ALTIN VE GÜMÜŞ
PARALARIN DEĞİŞMESİ
Ibn Kudame "el-Mugni"de sunlan söyler:Eğer zimmette sabit olan borç altın, gümüş cinsinden belirli ve sözleşmede söylenen bir para olup, ödeme zamanı geldiğinde değer kazanmış ya da kaybetmiş ise, borçlunun, zimmetinde sabit olandan başkasını ödemesi gerekmez. Çünkü bunlar (altın ve gümüş) -fakihlerin tabiriyle- "yaratılıştan para"dırlar. Değerlerindeki bu değişikliğin borca kesinlikle etkisi olamaz. Ibni Abidîn "Tenbîhu'r-rukud'alâ-mesâili'n-nukûd" adlı risâlesinde der ki : Zamanımızdaki Frenk Riyali ve eski altın böyledir. Binaenaleyh, taraflar bunlardan biriyle alış veriş yapsalar, sonra da değeri artsa, ya da eksilse, meselâ 20 Riyale bir elbise satsa, ya da bu meblaği borç olarak alsa, değeri artsin veya eksilsin, ne kadar almışsa onu ödemesi gerekir." O yine der ki:Sakın ola, Ebu Yusuf'un - Şerifi, Bundukî, Muhammedî, Küleb (?) ve Riyal gibi paralar hakkındaki -farklı görüşü, altında ve gümüşte de geçerlidir sanmayın. Çünkü bunlardan herhangi biriyle borçlananın, başkasını vermesi gerekmediği ittifakla kabul edilen bir husustur." Kadri Paşa'nın "Mürsid'ül-hayrân" adlı eserının 805. maddesi de bunu açıklamakta ve şöyle denilmektedir :"Mekîlât (ölçüyle muamele gören), mevzunât (tartıyla muamele gören) ya da altın ve gümüş cinsinden olan meskukât (para olarak basılan)'tan bir şeyi borç alanın, aldığı şeyin değeri artsa da eksilse de buna itibar etmeksizin, aldığını misliyle ödemesi gerekir." Hattâ bu parayı piyasaya süren kaynak, çıkardığı paranın değerini kendisi ararsa veya eksiltse, borçlunun yine sadece üzerinde akit yapılan miktarı vermesi gerekir. "Karz, felsler ya da ufaklık paralar olup, otoritenin bunları yasaklaması ve bunlarla muamelenin terkedilmesi halinde, ödünç verenin bunların değerini almak hakkıdır. Ister borç alanın elinde bulunuyor olsun, ister harcamış olsun alacaklı onu kabule zorlanamaz. Çünkü onlar onun (borçlunun) mülkünde iken kusurlanmıştır. Ahmet b. Hanbel ufaklık dirhemlerde bunu tasrih etmiş ve şöyle demiştir: Bunlara değer tespiti yapar ve aldığı gün yeni paradan ne kadara eşit olduklarını bulur. Sonra onu verir. Değerlerindeki düşüşün az ya da çok olması farketmez. " Bazı Mâlikîler de satılan malın fiyati konusunda, satılan eşyanın tesellüm edildiği gündeki değerinin rayıç (geçerli) para ile ödeneceği görüşündedirler. Üçüncü görüş: Imam Muhammed ve bazı Hanbelilerin görüşü: Akd hangi parayla yapılmışsa borçlunun, onun tedavülden kalktığı; yani son revaçta olduğu gündeki değerini, diğer paradan vermesi gerekir ki, bu da halkın onunla son işlem yaptığı gündür. Zira bu onun, o gün yeni kıymete geçis zamanıdır. Öyle ya, geçerli olduğu sürece mislının iadesi gerekirdi. Tedavülden kaldırılınca, o zaman yeni paradan kıymetine intikal etti. "Cevâhiru'1-Fetâvâ"da su bilgiler vardır: Kâdi ez-Zâhidî demiştir ki: Belli bir nakitle bir şey satsa, sonra fiyatını (semenini) almadan bu nakd tedavülden kalksa, satış fâsid olur. Sonra da bakılir: Eğer satılan şey müşterinin elinde ise, onu geri vermesi gerekir. Herhangi bir yolla elinden çıkmışsa veya onda müşterinin müdahelesiyle bir artis meydana gelmişse,ya da onda, meselâ elbise olması halinde dikmek gibi, değer biçilebilecek bir sa'nat yapmışsa veya meselâ buğday olup ta öğütülmesi, susam olup ta sıkılması, nil yapragi olup ta nil yapılması gibi, istihlak yerine geçip, cinsi değişmişse (hukuken tagyire uğramışsa) misliyattan olması durumunda -ki, keylî, veznî ve ceviz, yumurta gibi farklılık arzetmeyen adedî mislîdir - mislini iade etmesi, kiyemiyyattan olması durumunda da -elbise ve hayvan gibi - satılan eşyanın kabz günündeki değerini, satış anında mevcut olup tedavülden kalkmayan bir paradan vermesi gerekir. Satış değil de kira akdi yapılmışsa, akd batıl olur ve kiralayanın ecr-i misli vermesi gerekir. Bütün bunlar Ebû Hanife'nin görüşüdür. Ebû Yûsuf ise: "Hangi para ile akd yapılmışsa, onun muamele günündeki değerini, başka bir parayla vermesi gerekir" der. Imam Muhammed ise: "Halkın elinden son kalktığı günkü değeriyle vermesi" görüşündedir. Dördüncü görüş: Şâfiîlerin ve kendilerince meşhur olana göre Mâlikîlerin görüşü :Para zimmette sabit olduktan sonra, ödemeden önce tedavülden kalkarsa, alacaklının ondan başkasını alma hakkı yoktur. Onun tedavülden kalkması, alacaklının başına, elde olmadan gelmiş bir âfet olarak değerlendirilir. Bu konuda borcun bir karz, ya da satılan bir şeyin değeri veya başka bir şey olması arasında fark yoktur. Er-Ramlî'nin "Nihâyetü'l-muhtâc'inda su bilgiler vardır."Şayet devlet kendisiyle satış yaptığı ya da borç verdiği parayı iptal etse, hiçbir surette ondan başkasını almaya hakkı yoktur. Aynı yerde şunlar da söylenir : Mislî olan borcun karşılığında misil verilir. Çünkü bu, hakkına daha yakındır. Bu durumda borç, para (nakd ise, onunla yapılan muamele batıl olur. Bu, günümüzde Mısır'da, yeni çıkan paralarla borç vemie, sonra da onları tedavülden kaldırıp, para olmasa bile, başkasını çıkarma şeklindeki kamuyu ilgilendiren problemi de kapsar." Nevevî el-Mecmû'da sunlan söyler: "Belli bir para ile satsa veya mutlak bir para ile satsa da, biz onu o bölgenin parasına hamletsek, sonra da tesellümden önce idare o parayla işlemi durdursa, bu konuda imamlarımız şöyle der: Akid münfesih olmaz, satıcının muhayyerliği yoktur. Akdin kendisiyle yapıldığı paradan başkasını alma hakkıda yoktur. Tıpkı bir buğday satın alıp ta, tesellümden önce buğdayın ucuzlaması, ya da buğdayda selam akdi yapıp ta, vade gelmeden önce buğdayın ucuzlama durumunda, başkasının alma hakkıolmadığı gibi; Cumhûr burda böylece kesindir.Bagavî ve Râfiî, satıcının muhayyer olduğu yolunda bir göiüs naklederler: Tesellümden önce malın kusurlanmasında olduğu gibi, dilerse o parayla satışı onaylar, dilerse fesheder. Arria mezhebin görüşü birinci görüştür.Mütevelli ve başkaları da şöyle demiştir: Müşterinin, idarenin çıkardığı parayı getirmesi halinde satıcı, onu kabule zorlanamaz. Onda anlaşmaya varırlarsa o (semenin) bedeli olur ve (semenin değil), semenin bedelının hükmünü alır.Bizim birincisinde ona karşı delilimiz şudur : O, müşterinin kabullendigi (iltizam ettiği)nden başka bir paradır. Dolayısı' ile tıpkı dirhemle satın alıp ta dinar getirmesinde olduğu gibi, kabulü şart değildir.Ikincisinde ona karşı delilimiz sudur : Akde konu olan şey ortadadır ve teslimi mümkündür. Öyle ise onun üzerindeki akid de münfesih olmaz. Tıpkı bir malı pahalılıkta satın alıp sonra fiyatların düşmesi gibi " Alis'in "Minahul-Celil"inde şöyle denir : "Bir para (nakd) ile satın alırya da ödünç alırda, sonra o para iptal edilirse, onun bulunması halinde başkasını verme mecburiyeti yoktur. Kişi altın ve güinüsten, ya da başka madenlerden belli ölçülerde basılan paralarla (felslerle) ödünç alsa veya bunlarla alım satım yapsa, sonra da devlet bu birimi değiştirip, yerine başka para bassa, bu kişinin borcu ancak, aldığı ve akd günü zimmetine geçen birimdir.Orada -yani el-Müdevvene'de- denir ki: Birisine altın ve gümüş dışındaki paralarla ödünç verip, karşılığında bir rehin alsan ve bu paralar da tedavülden kalksa, senin onda, verdiğin paraların mislinden başka hakkın olamaz. O bunu verdiği takdirde rehinini alır. Böyle bir parayla bir şeyi vadeli olarak satsan, senin hakkın ancak satım günündeki bu paranın mislidir. Tedavülden kalkmasına itibar edilmez." Ikinci Durum: "Bölgesel Tedavülden Kalkma " Paranın bütün bölgelerde değil, bir kısmında tedavülden kalkması duiumudur. Devletlerin çıkardığı ve kendi topraklarının dışında tedavülüne engel olduğu paralar, bunun günümüzdeki örneğidir.Bu durumdaki kişi, rayıç bir parayla alım satım akdi yapsa, sonra alım satımın gerçekleştigi bölgede ve ödeme yapılmadan önce bu para tedavülden kalksa, akd fasid olmaz. Satıcı, alım satımın gerçekleştigi parayı istemekle, onun kıymetini rayıç bir para ile istemek arasında muhayyerdir. Hanefi mezhebindeki "mutemet" görüş budur. "Uyunu'1-mesâil"de şöyle denir: "Paranın tedavülden kalkması" bütün bölgelerde olursa bu, akdin fesadıni gerektirir. Çünkü o takdirde para helâk olmuş ve satılan şey bedelsiz (semensiz) kalmıştır. Ama sırf o bölgede tedavül edilmez de başka bölgelerde edilirse, satım akdi fasid olmaz. Çünkü para helâk olmamış, fakat kusurlanmıştır. Binaenaleyh, satıcı muhayyerdir; dilerse, "Bana alım-satımın yapıldığı parayı ver der, dilerse o paranın değerini altın olarak alır." Ibn Abidin diyor ki: "Bazı bölgelerde tedavülde bulunursa akd bâtıl olmaz; ama alımsatım yapanların bölgesinde tedavülden kalkmasıyla para kusurlanır ve satıcı da muhayyer olur ister onu alır, ister (altına endeksli gibi) değerini alır." Ebu Hanîfe ve Ebu Yusuftan; para tek bir bölgede tedavülden kalkarsa o bölge insanlarının terminolojisine (paradaki itibar ölçülerine, istilahlarına) bakarak, orada paraya sair ülklerdeki "genel iptal" hükmü verilir, dedikleri nakledilmiştir. Üçüncü Durum "Paranın Piyasadan Kalkması" Bu, paranın halkın elinde olmaması ve arayanın piyasada bulamaması şeklinde olur. Bu durumda: "Kişi belli bir para ile bir eşya satın alsa, sonra bedelini ödemeden önce para piyasadan Üçüncü Görüş: Ebu Hanife'nin göriisüdür: Piyasadan çekilme de tedavülden kalkma gibidir, alımsatım akdinin fesadıni gerektirir. (Tebyînü'l-hakaik, N/142; el-Fetava'l-Hindiyye, NI/225 ) Timurtâsî "Bezlü'l-mechud fi-mes'eleti-tegayyuri'n-nukud" adlı risalesinde şunları söyler: "Paranın halkın elinde bulunmaması da, tedavülden kalkması gibidir. Dirhemlerin hükmü de böyledir; dirhemlerle satın alsa, sonra bu dirhemler tedavülden kalksa, ya da piyasadan çekilse, alımsatım bâtıl olur ve eğer duruyorsa, satılan şeyi geri vermesi gerekir. Mislî olup tüketilmiş ise, durum yine aynıdır. Değilse kıymetini öder. Eğer teslim alınmamissa, bu alım-satımın zaten hükmü yoktur. Bu, Imâm A'zam'a göredir. Talebeleri olan iki Imâm ise su görüştedirler: Alım-satım bâtıl olmaz, çünkü imkânsiz olan, paranın tedavülden kalkmasından sonra onu teslnn etmektir. Bu ise; paranın yeniden geçerlilik kazanmakla o vasfınin yok olması mümkün olduğundan ötürü, fesadı gerektirmez" (Tenbihu'r-rukud, N/59) Dördüncü Görüş: Şâfiîlerin ve Mâlikîlerin görüşüdür: Bulunmaması ve piyasadan çekilmesine rağmen, bu para elde edilebilirse ödenmenin onunla yapılması, aksi halde kıymeti gerekir. Ödünç alınan paradan dolayı borç, satım eşyası bedeli, ya da bir başka borç olması durumları eşittir.Fakat bu görüşün sahipleri, kıymetin ödenmesine gidildiğinde, hangi zamandaki kıymetin ödeneceği konusunda görüş ayrılığı içindedirler.Şâfiîler, alacaklının talebi anındaki değerinin gerekeceğini söylerler. (Haysemî, Tuhfetu'l muhtâc N/258) Mâlikîler kendilerince meşhur sayılan görüşlerinde; (Minahu'l-Celîl) ki sürenin hakedilme zamanına (istihkak) en uzak olanındaki değer gerekir, derler. Bu iki süre; borcun vadeşinin hulûlü ve paranın piyasadan çekilmesi demek olan yokluk anidir. (Minahu'l-Celîl, N/535; Serhu'z-Zurkâni ‚alâ-Halil, V/6O)Mâlikîlerin bazıları da, kıymetin hüküm zamanına göre belirleneceği görüşündedirler. (Nihâyetü'l-Muhtac, NI/399)Ramlî ise "Nihayetü'l-muhtâc'da şöyle der: "Para bulunmaz olsa fakat misli bulunursa, o gerekir. Aksi halde alacaklının talebi günündeki değeri gerekir. Bu mesele günümüzde Mısır'daki paralar konusunda zaruri bir hal almıştır (Umumi belvâ). (Nihâyetü'l-Muhtac, NI/399) Karafi de der ki: Bu nakit piyasadan çekilse ve nihayet bulunmaz hale gelse, peşin olması halinde alacaklının piyasadan çekilme günündeki kıymetini alma hakkıvardır. Peşin değilse vadenin girdiği gündeki değerini alır. Çünkü ondan önce talep hakkıyoktur." (Minahü'l-Celîl, N/534.)"Serhu'l-Hurasî alâ-Muntaşar'i Halîl'de sunlar vardır: (Para) yok olursa, borçlu olan sahsa gereken; onun kıymetini, yeni basılip piyasaya çıkan parayla vermesidir. Paranın kesâdi ve hak edilmesi zamanlarının farkı olması halinde, bu iki sürenin en uzagi zamanındaki kıymetine itibar edilir." (el-Hurasi, V/55.) 1) Borçlu bunu ister geciktirsin, ister geciktirmesin. Nitekim Halil'in sözünden ve el-Müdevvene'den anlaşılan da budur. Hurasî ve başkaları bunun borç'lunun geciktirmediği zamanla kayıtlı oldugu görüşündedirler. Aksi halde varılan son durum- Yani kıymet değil, yeni uygulama gerekli olnr - Yani eskisine artık olarak basılan yeni para konusunda ki son durum gerekli olnr. Çünkü o haksızlık etmiştir. "Tekmîlü'l-Minhâc" sahibi der ki; durumun daha iyiye gitmesi halinde bu açıktır. Daha kötüye giderse zimmeti de sabit olan ne ise onu verir (bk. El-Hurasî V/55; Serhuz:-Zürkânî V/60; Minahu'l-Celil N/535; Hâsiyetü'r-Rahvanî V/12l. Dördüncü Durum: "Para Değerinin Artması veya Düşmesi"Bu, altına ve gümüşe nisbetle paranın değerinin artması, ya da eksilmesidir. Fıkıhçılar bunu "gala" ve "ruhs" terimleriyle anlatırlar. Bu duruma göre borç; ödünç alınan bir paradan, bir mehir borçlanmasından, satınalınan bir eşya bedelinden ötürü zimmette sabit olup, ödemeden önce paranın değeri artma, ya da düsme şeklinde değiştiginde, borçlunun ödeme zorunda olduğu şey konusunda fıkıhçılar üç ayn görüştedirler : Birinci Göiüs : Ebu Hanîfe, (Tenbîu'r-rukûd N/60; Hâsiyetü's-Selebî ‚alâ-Tebyîni'l-Hakâik IV/142-143.) kendilerince meşhur olan görüşe göre Mâlikîler, (ez-Zürkânî âlâ-Halil V/60; Hasiyetü'r-Rahvânî V/121.) Şâfiîler (Suyûtî, Kat'u'l-Mücadele ‚inde-tagyiri'l-muâmele, I/97-99.) ve Hanbelîlerin görüşüdür: Borçlunun ödemesi gerektiği şey, ne eksik ne fazla, aynı akidde belirlenen ve borç olarak zimmete geçen paradır. Alacaklının başkasını alma hakkıyoktur. Kadı Ebû Yûsuf da bu görüşte idi; ama sonra bundan dönmüştür."Bedâyiu's-sanâyî"de paranın (semen) değişmesinden söz edilirken: "Tedavülden kalkmasa, fakat değeri artsa, ya da düşse, ittifakla alım-satım akdi fesholmuş olmaz. Müşterinin sayı olarak onun mislini vermesi gerekir. Burada kıymete itibar edilmez., Çünkü değer artışı, ya da düşüşü semen olmayı ortadan kaldırmaz. Öyle ya, dirhemlerin semen olma özellikleri değişmeden değerleri artıp eksilebilir " denmektedir. Aynı yerde, ödünç alınan paranın değerinin değişmesinden söz edilirken de şöyle denir: "Tedavülden kalkmasa, fakat değeri düşse, ya da artsa, borçlu, aldığının mislini (rakam olarak aynısını) vermekle mükelleftir." Ibn Kudâme "el-Mugni"de şunları söyler: "Paranın değerinin düşmesine gelince: Bu ister; -bir danik'a on (birim) iken, bir danik'a yirmi (birim) olması gibi- çok olsun, ister az olsun, onun iadesine engel değildir. Çünkü onda bir şey meydana gelmemiş, sadece fiat değişmiştir. Dolayısıyla pahalanan, ya da ucuzlayan buğday gibi olmuştur." (el-Mugnî IV/365.) el-Buhûtî, "Kessâfu'1-kinâ" adlı eserinde: "Felsler eğer yasaklanmazsa" yani devlet otoritesi ile tedavülüne engel olunmazsa, misliyle (rakam olarak eşit değerle) ödenmeleri gerekir. Değerlerinin artmış veya eksilmiş olması ya da tedavülden kalkmis bulunmalan eşittir" (Kessâfu'l-kinâ NI/301.) der.Suyutî de "Kat'u'l-mücâdele'inde tagyiri'l-mu'âmele" adlı risalesinde şöyle der: "Sahih istikraz yoluyla olan borçlanmada, her hâlükârda mislin ödeneceği sabit olmuştur. Binaenaleyh, diğerinden bir ritl (birim) fels (altın ve gümüş dışında bir para) ödünç alanın ödemesi gereken - değeri ister artmış, ister eksilmiş olsun- aynı cinsten bir ritl'dir. Artmış olması halinde, karzın selem olmasından ötürü böyledir. Eksilmiş olması halinde ise "er-Ravda" adlı eserde şöyle denmektedir: "Bir nakitle borç verse, devlet otoritesi de o nakitle tedavülü yasaklasa, alacaklı ancak, ödünç verdiği alır. Imâm Şâfiî (r.a.) bunu tasrih etmiştir. Tedavülden kalkması durumunda böyle olursa, değerinin düşmesi durumunda öncelikle böyle olur." (Kat'u'l-Mücâdele, I/97.) Sonra selemdeki borçlanmayı ele alırve der ki : "Selem de bu kabıldendir. En sahih görüş', selem'in, şartı bulunması halinde, dirhem, dinar ve felslerde de caiz olacağıdir. Süresi dolunca "müslemün fih" olmak üzere tartı olarak belirlenen miktarı vermesi gerekir. Selem akdinin yapıldığı zamandaki değeri ister artmış, ister eksilmiş olsun, farketmez. Değeri neye baliğ olmuş olursa olsun, onun tahsili gerekir. "Muhtaşar'u-Halil" ve Alîs Serhinde sunlar vardır: Fels cinsinden paralar tedavülden kalksa, bunlarla zimmetine borç geçmiş olan, bunların mislini vermekle yükümlüdür: Tedavülü sürmekle beraber değeri değişenler, öncelikle böyledir." "el-Müdevvene"de de şöyle denir: "Keza birisine fels olarak bir kaç dirhern borç versen, verdiği gün bir dirhem yüz felse eşit olsa, sonra bir dirhem ikiyüz fels olsa, o sana ancak aldığının mislini verir, başkasını değil." (Minahu'l-Celîl, N/535.)Hanbelî mezhebine göre hazırlanan "Mecelletü'l-ahkâmi'sşer'iyye" de bu görüşü almıştır. Meselâ 750. maddesi şöyle dir :"Karz; felslerle, veya ufaklık dirhemlerle, ya da kagit (banknot)larla olsa, sonra değerleri artsa, ya da eksilse veya tedavülden kalksa, ama bunlarla işlem yasaklanmamış olsa, misillerini ödemek gerekir. Keza diğer borçlarda, tesellüm olunmayan fiyatlar (semen)da, ücrette, hul' bedelinde, telef edilen şeylerle, tesellüm edilen ve satıcının geri vermesi gereken fiyatta (semen) hüküm aynıdır." Ikinci görüş: Ebu Yûsufun görüşüdür ve Hanefi mezhebinde fetvâ da buna göredir: (Tenbîhu'r-rukud N/60, 6l ) Borçlu; değer artışına, ya da düşüşüne maruz kalan paranın, zimmetinde sabit olduğu gündeki değerini, tedavül eden bir parayla vermek zorundadır. Buna göre; alım satım akdinde, akd günündeki değer; istikrazda da, tesellüm (kabz) günündeki değer esas alınır. (Tenbîhu'r-rukûd N/60-63)Üçüncü Görüş: Mâlikî mezhebi içerisindeki tâlî bir görüştür: Değiştirme aşırı ise, artış ya da düsüse maruz kalan paranın kıymetini, aşırı değilse mislini vermek gerekir.Er-Rahvâni, Mâlikîlerde, paranın değeri, yükselme veya düsme ile değişse dahi mislının gerekeceği şeklindeki meşhur görüşe yorum sadedinde sunlan söyler: "Buna göre bunu: bu (değişme)'nun çok fazla olmadığı zaman, diye kayıtlamak gerekir. Tâ ki, tesellüm (kabz) eden, karşıt görüştekilerin gerekçe olarak gösterdikleri sebebin bulunmasından ötürü, büyük bir menfaat bu Paranın tedavülden kalkması konusunda meşhur görüşe karşıt görüş sahiplerinin delil olarak tutundukları sebebi (illeti) kastediyor ki, şudur: Alacaklı faydalanılan birşey alabilmek için faydalanılan birşey vermiştir. Binaenaleyh, ona faydalanılmayan birşey vermekle haksızlık edilemez. (bk. Hasiyetü'r-Rahvânî,1/120; Hâs'iyetü Ibni'l-Medenî V/118) Bu üç görüşe ve delillerine bakarak vardığım sonuç sudur: a- Fiyat artışına ya da düşüşüne maruz kalan paranın, zimmette sabit olduğu gündeki değerinin ödenmesi gerektiğini söyleyen fıkhı kabulleniş, cumhurun; borçlunun ödemek zorunda olduğu, akidde belirlenen ve zimmette sabit olan paranın eksigi, ya da fazlası olmayıp, bizzat kendisidir, şeklindeki görüşünden itibara daha layıktir, çünkü : Bir: Bu görüş adalet ve insafa daha yakındır. Çünkü iki mal, ancak kıymetleri eşit olursa birbirinin dengi olurlar. Kıymetler farklı olursa, denklik de yoktur. Halbuki, Allah adaleti emreder. Iki: Bunda borçludan da, alacaklıdan da zararı giderme vardır. Mesela karz olarak bir para verse, arkasından bu paranın değeri düşse, biz de karz vereni, verdiğin rakam olarak mislini kabule zorlasak, o bundan zarara uğramış olur. Zira ona verilmesi hükmedilen bu parâ, onun hakettiği para değildir. Çünkü değeri düştükten sonra o, belirli ayn'in kusuruna benzeyen, nevinin kusuruyla kusurlu hale gelmiştir. (Su bakımdan ki, belirli ayn'in kusuru, mükemmellikten eksiklige geçisidir, nevilerin kusuru ise, değerlerinin eksilmesidir). Bir malı karz olarak verse, arkasından bunun değeri artsa, biz de karz olanın aldığını rakam olarak ödemesini hükmetsek bu defa da borçlu zarar görür. Çünkü bu onu, aldığından fazlasını ödemeye zorlamadır. Halbuki, "Zarar ve zarara mukabıl zarar yoktur" esası, şeriatın genel bir kaidesidir. b- Rahvânî'nin Mâlikîlerde zahir gördüğü; paranın değer artışına, ya da düşüşüne maruz kalması halinde bu fark basitse, (sayısal olarak) misli gerekir, değişme asin ise değeri gerekir, şeklindeki görüş, bana göre Ebu Yûsufun her halükârda değeri gerekir, şeklindeki Hanefi mezhebinde tek fetva olan görüşünden daha evlâdir. Çünkü : Bir: Karşılıklı işlemlerde büsbütün yok edilmelerindeki zorluga bakarak, insanlardan sıkıntıyi giderme gayesiyle, mal mubadele akidlerinden şer'an bağışlanan az hile ve aldatmaya kıyasla, az farklılaşma da bağışlanmış olmalıdır. Bunda önemli bir tesri (yaşama) esasını da gerçekleştirme anlamı vardır ki, o da teamülün insanlar arasında istikrar bulmasıdır. Fâhis aldatma ve hile ise, böyle değildir. Bunlar her çeşit alımsatım ve işlemlerde yasaktırlar. Iki: Az farklılaşma, "Bir şeye yakın olan o şeyin hükmünü alır" (x) şeklindeki genel fıkıh kuralının teferruatından sayılarak bağışlanmış olmalıdır. Fâhis farklılaşma ise böyle değildir. Zira ondaki zarar açıktır, zulüm muhakkaktır. |
Yorumlar
Yorum Gönder