“Ömür” denilen hayat serüveni, Anadolu’nun değişik yörelerinde bazı farklılıklar arz etmekle birlikte, şu on cümle ile özetlenir;
“Ömür” denilen hayat serüveni, Anadolu’nun değişik yörelerinde bazı farklılıklar arz etmekle birlikte, şu on cümle ile özetlenir;
On yaşında yeni uçan kuş gibi,
Yirmisinde dünya ona vız gibi,
Otuzunda bağrı kara taş gibi,
Kırk yaşında akıl başa toplanır,
Ellisinde her cefaya katlanır,
Atmışında sızı iner dizine,
Yetmişinde duman çöker gözüne,
Sekseninde hiç bakılmaz yüzüne,
Doksanında şu belciği bükülür,
Yüz yaşında ten toprağa dökülür.
Hâlbuki bu kısa serüvenin içerisine ne mücadeleler, ne badireler, ne hastalıklar, ne mutluluklar ne üzüntüler, ne heyecanlar, ne ümitler sığdırır insan. Virüslerle, hastalıklarla, depremlerle, afetlerle bazen de bolluk ve varlıkla hep bir imtihandadır. İmtihanları kazanmak, sıkıntıları aşmak, hayallerine ulaşmak için diyar diyar gezer. Gerek hayat mücadelesi, gerek rızık temini, gerekse manevi sebeplerle birçok kez yaşanılan yeri değiştirir, hicret eder. Bazen de hayat mücadelesi daha erken nihayete erer. İşte bütün bunları da şu dörtlüğüyle özetlemiştir Kemal Paşazade;
Kısmetindir gezdiren yer yer seni,
Arşa çıksan akıbet yer, yer seni,
Onun için onun adı yer oldu,
Önce besler sonra kendi yer seni.
Nihayetinde anlaşılır ki, Allah’ın (cc) Kerim Kitabımızda; “(Ey insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız” (Taha, 55) buyurduğu ve Hz. Peygamber’in Abdullah İbn Ömer’e yaptığı şu nasihatte bildirdiği gibi bu dünyada garip bir yolcudur insan: “Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol, akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme, sağlıklı anlarında hastalığın için tedbir al, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al.” (Buhârî, Rikak, 3) Topraktan nutfeye, anne rahminden dünyaya, çocukluktan gençliğe, yaşlılıktan tekrar toprağa uzanan bir yolculuktur bu. Hatta toprakta da bitmez; kabirden mahşere oradan da hesap ve cezaya (azap/mükâfat), hâsılı Allah’tan gelip Allah’a dönünceye kadar devam eder.
Bu yolculukta kazanımlar ve elde edebilecekler açısından iki husus zihninden çıkarılmamalıdır. Birincisi nasip, ikincisi kanaattir. İnsan, niyetiyle nasibi arasında ince bir çizgi üzerinde yaşar; niyeti halis olanın nasibi de hayırlı olur. Allah’ın takdirine razı ol ki insanların en zengini olasın (Tirmizi, Zühd, 37) buyuran Hz. Peygamber, insanın iyi niyetle çalışması gerektiğini ancak taksimata razı olursa mutlu olabileceğini vurgulamıştır. Hz. Ömer’in (r.a) ifadesi ile müteekkil (hazır tüketen) olmayıp helal olanı temin etmek için üstün bir gayret ile çalışıp mütevekkil olarak bu mücadelenin verilmesi gayet makuldür.(İbn Receb, Camiu’l-Ulûm ve’l-Hıkem, s.441) İşte kanaat denilen duygu da burada izhar olur. Asırlarca bir lokma-bir hırka ile yetinmek şeklinde anlaşılan kanaat aslında helal ile yetinmektir. Helal ile yetinen Müslüman kanaat sahibidir. Müslüman, ölçüsünü bu duyguyla terazide tutmalıdır. Bu iki hakikatin farkında olanlar, dünya gailesine kendini kaptırmaz, Allah’a asi olmaz, rızık korkusuyla endişelenmez. Helal ve meşru yollardan rızkını kazanma gayretinde olduğu için Allah’ın yardımından mahrum kalmaz.
Bu münasebetle on cümlede özetlenen hayat için dünyaya tamah etmeden, bir avuç toprak için hakları gasb etmeden, karaborsacılık-tefecilik gibi çirkin yollarla elde edilen haksız kazançları kar saymadan, gök kubbede hoş bir sada bırakmak amacıyla en mühim değerler olan “Din-i Devlet, Mülk-ü Millet, Irz-ı İffet”i dava edinmenin önemini kavramalıdır insan. Özellikte içesinde bulunulan sıkıntılı günlerde birbirine daha çok kenetlenmeyi bilmeli, kardeşini kendisine tercih etmeyi şiar edinen îsâr duygusunu ön plana çıkarmalı ve panik yapmadan hastalıkların üstesinden gelmelidir.
Ölüm daima hatırlanmalı, ölüme hazırlık yapılmalı ancak ölüm korkusu ile dehşete kapılıp insanlığın ulvi değerleri kaybedilmemelidir. “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'ın ve Resûlü'nün çağrısına uyun” (Enfâl/24) emrine kulak verilmeli, “Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ulu'l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. (Nisâ/59) prensibi hassasiyetle önemsenmeli ve fevri davranışlardan sakınılmalıdır. Unutulmamalıdır ki her şey geçip gittiğinde, ancak hakkında “iyi insandır, haklarımız helal olsun” denilen insanlar hayırla yâd edilecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder