...

gül

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" ayetinde anlatılmak istenen nedir?

 "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" ayetinde anlatılmak istenen nedir?

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" ayeti hangi anlamda doğruluğu anlatmaktadır? İzahı nasıldır? 
Cevap: 
“O hâlde, emrolunduğun gibi dosdoğru ol!...” (Hûd, 112)
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm fermân etmiş ki: sûre-i Hûd’daki [Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!] âyeti beni ihtiyarlattırdı. Çünki ehemmiyeti azîmdir (çok büyüktür). İstikāmet-i tâmmeyi (tam dosdoğru olmayı) emrediyor.” (Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî)
Elmalılı Hamdi Yazır, HakDini Kur’ân Dili tefsirinde şöyle izah etmiştir: 
Demek ki, Hakk'a vasıl olmak için istikametten başka yol olmadığı gibi, her hususta istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor hiçbir emir yoktur. Herhangi iş olursa olsun, herhangi hedef olursa olsun ona ulaşmanın en kısa yolu doğruluktur. Böyle olmakla beraber her şeyden önce, bir işte doğrunun hangi çizgide olduğunu tayin ve tespit etmek çok zordur; ayrıca onunla ilgili çeşitli noktalardan ilişkisini kesip, sarsılmadan dosdoğru olan o çizgi üzerinde yürüyebilmek daha zordur. Ve yine istenilen hedefe ulaştıktan sonra aynı şekilde o doğruluk üzere, hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek büsbütün zordur. Bununla beraber şu kadarını hatırlatmalıyız ki, bu âyette Resulullah'a "beni ihtiyarlattı" dedirtecek kadar zor gelen nokta, istikamet emrinin asıl kendisiyle ilgili olan kısmından ziyade, ümmetiyle ilgili olan kısmı olsa gerektir. Zira buyuruluyor ki: Seninle beraber tevbe edenler de. Yani şirkten tevbe edip de imanda seninle beraber bulunan, müslüman olan herkes de tıpkı senin gibi dosdoğru olsun. Ve azmayın, yani Allah'ın tayin ettiği sınırı aşıp da onun dışına çıkmayın, doğruluktan ayrılıp da ifrat veya tefrite sapmayın, aşırı gitmeyin ey müslümanlar Çünkü muhakkak ki O, (yani Rabb'in) bütün yapacağınızı görür. Gözünden hiçbir şey kaçmaz. Görür ve ona göre karşılığını verir; ceza veya mükafat, karşılıksız bırakmaz.
Fahreddin Razi Tefsir-i Kebir Mefatihul Gayb tefsirinde şöyle açıklamıştır: 
Bil ki Cenâb-ı Hak, açıkça vaad ve va'îdde bulununca, bunun peşinden peygamberine, "Emolunduğun şekilde dosdoğru hareket et" buyurmuştur. Bu söz, ister kendisiyle alakalı olsun, isterse vahyin tebliğ edilip, hükümlerin beyân edilmesiyle alakalı olsun, bütün akâid ve amel meselelerini içine alan, umûmî (genel) bir sözdür. Şüphe yok ki, gerçek istikamet (doğruluk) üzere bulunmak cidden zordur. Ben sana, bunun zorluğunu akl-ı selime kolayca gösterecek olan bir misal vereceğim. O da şudur: Gölge ile aydınlığın arasını birbirinden ayıran düz çizgi, enine bölünemez bir bütündür. Fakat bu çizginin, iki tarafını hissedip (gözle) iyice birbirinden ayırdedemezsin. Çünkü gölge tarafı, aydınlık tarafına yakın olduğu için, görülme bakımından birbirine karışır. Bundan dolayı insanın bakışı, herbiri diğerinden iyice ayırdedilecek şekilde, bu çizgiyi tam olarak göremez.
Bunu, verdiğimiz misalde anladığın zaman, ubûdiyyetin bütün kısımlarındaki misallerini de buna göre anla. Bunlardan birincisi, marifetullahtır. Bu marifetullah, kulun, "isbâf'ı kabul edip "teşbih"ten; "nefy"i söyleyip "ta'tîTden korunmuş olarak elde edebilmesi son derece zordur. Sen, diğer marifet makamlarını da, kendiliğinden düşün. Yine, gazab kuvvetiyle şehvet kuvvetinden ve birinin, ifrat ve tefrit olmak üzere, iki aşırt ucu bulunup, ikisi de kınanmıştır. Bu ikisini birbirinden ayıran, iki taraftan hiçbirisine meyletmeyecek biçimde ortada duran çizgidir. İşte bu çizgi üzerinde durabilmek zordur. Sonra bununla amel etmek daha da zordur. Binâenaleyh, böylece sabit olur ki, "sırat-ı müstakim"i bilmek, son derece zordur. İyice bilinse bile, onun üzerinde kalabilmek ve ona göre amel etmek daha zordur. Bu makam son derece zor olduğu için Ibn Abbas şöyle demiştir: "Kur'ân'ın tamamında, Hz. Peygamber'e bundan daha zor ve daha meşakkatli gelen, başka bir ayet nazil olmamıştır." Bundan dolayı da Hz. Peygamber (asm): "Hûd suresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı" buyurmuştur.
İmam-ı Kurtubi, El-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an adlı tefsirinde Hud suresinin 112. Ayetini şöyle izah etmiştir "Artık sen de... emrolunduğun gibi dosdoğru ol" buyruğunda hitab Peygamber'e (asm)ve başkalarınadır. Hitab ona olmakla birlikte, maksat onun ümmetidir, de denilmiştir ki bu görüş de es-Süddîye aittir. Bir diğer görüşe göre "dosdoğru ol" Allah'tan, din üzere dosdoğru kalmayı dile ve bunu O'ndan iste diye de açıklanmıştır. Buna göre deki "sin" harfi dilekte bulunmak için getirilmiş olur. Nitekim "estağfirullah"ın, Allah'tan mağfiret dilerim, anlamına gelmesi gibi.
Dosdoğru olmak (istikamet) ise sağa ve sola sapmaksızın tek bir yön üzere devam etmek demektir. Buna göre mana; Allah'ın emrini uygulamak üzere dosdoğru yürü, demektir.
Müslim'in Sahih'inde Süfyan b. Abdullah es-Sakafî'den şöyle dediği nakledilmektedir: Ey Allah'ın Resûlü! dedim, İslâm'a dair bana öyle bir söz söyle ki onun hakkında senden sonra hiç kimseye soru sormayayım. Hz, Peygamber şöyle buyurdu: "Allah'a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol." (Müslim, Müsned, İbn Mace, Darimi)
Darimî Ebu Muhammed de, "Müsned"inde Osman b. Hâdır el-Ezdî'den şöyle dediğini rivayet eder: İbn Abbas'ın huzuruna girip ona: Bana tavsiyede bulun, dedim. O da: Olur, dedi. Allah'ın takvasına ve dosdoğru istikamet üzere olmaya dikkat et. Tabi ol, bi'atçi olma. (Darimi)
"Beraberinde tevbe edenler de." Yani sen de, onlar da istikamet üzere olun, dosdoğru yürüyün anlamındadır.
Bununla şirkten tevbe edip, İslâm'a giren ve ashabını ve ondan sonra da ümmetinden ona tabi olanları kastetmektedir.
İbn Abbas der ki: Rasûlullah (sav)ın üzerine bundan daha ağır ve bundan daha zor herhangi bir âyet inmiş değildir. İşte bundan dolayı Ashab'ı kendisine: Saçların çabuk ağırmaya başladı, dediklerinde, o: "Hûd ve kardeşleri olan diğer sûreler saçlarımı ağarttı" diye cevab vermişti. (Tirmizi)
İmam-ı Taberi tefsirinde şöyle izah etmiştir: 
Allah Teala bu âyet-i Kerimede, Resulullah’a (asm) hitabederek "Sen ve seninle birlikte, yaptığı kötülüklerden tevbe ederek hakka yönelen müminler, rabbin tarafından sana emredilen hususlarda dosdoğru olun. Kararlı olun, ondan ayrılmayın, sakın günah işleyerek Allah'ın emrine karşı gelmeyin, kimseye zulmetmeyin, şüphesiz ki rabbiniz, amellerinizi çok iyi görendir. O, sizi gözetlemektedir" buyuruyor.
Ömer Nasuhi Bilmen bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: 
Bu mübarek âyetler, Resûlü Ekrem'in de, müslüman olma şerefine kavuşan diğer zatların da doğrulukla ve Allah'ın kanunlarına riâyet etmekle mükellef olduklarını bildiriyor, zâlimlere eğilim gösterenlerin azaba uğrayacaklarını ve Allah'ın yardımından mahrum kalacaklarını ihtar ediyor. Ve beş vakit namaza devam edilmesini ve dinî vazifeleri yerine getirme hususunda sabrın mükâfatsız kalmayacağını müjdelemektedir. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber! Allah'ın dinine riâyet edip etmeyen milletlerin tarihi durumlarına ve va'd ile tehdide ait âyetler sana vahy edilmiş bulunmaktadır. (Artık) Allah tarafından (emrolunduğun gibî dosdoğru ol.) Yani: Sahip olduğun doğrulukta devam et, İslâm dinini yaymaya çalış, dinî hükümleri tebliğ etme ve uygulama hususunda ve bütün muamelelerinde doğruluktan ayrılma: Meşru ve makul bir yolu takib etmekten geri durma. (Ve tevbe etmiş) İmân ederek (seninle beraber bulunmuş olanlar da) doğruluktan ayrılmasınlar. (Ve haddi aşmayın) meşru ve normal şeylerden ayrılarak ifrat ve tefrite düşmeyin, meselâ: Helâl olan birşeyi haram ve bilâkis haram olan birşeyi helâl görmek suretiyle ilâhî hükümlere, Kur'an'ın açıklamalarına muhalefetde bulunmayın (şüphe yok ki o) Yüce Yaratıcı (yapmakta olduğunuz şeyleri hakkıyla görücüdür.) yani: Sizin bütün amellerinizi, hareketlerinizi bilicidir. Bunlara göre sizi mükâfata veya cezaya erdirecektir. Binaenaleyh bu gibi dinî hükümlere uymaktan asla ayrılmayınız.
Bu âyeti celile, İslâmiyet'de büyük bir esastır. Ferdî ve sosyal hayatı düzenlemek için bundan daha kapsamlı bir kanun maddesi olamaz. Çünkü istikâmet bütün hayatî faziletlerin, medenî esasların en birincisi bulunmaktadır. Evet. istikâmet, doğruluktur, üstlenilen vazifelerde İslâm şeriatına uygun tarzda hareket etmektir, doğruluk ve ölçülü şekilde hareketten ayrılmamaktır, kulluk yolunda, ilâhî dinin, sağ duyunun irşadiyle yürümektir. Kısacası: İstikâmet, dinî hükümlere, inançlara. âmelere, ahlâkî, insanî vazifelere riâyet edip Cenâb-ı Hakk’ın ve mahlûkların haklarına tecavüzden sakınmaktır. Artık bir cemiyetin terleri, böyle bir istikâmet ile vasıflanmış, olursa o cemiyet ne kadar yükselir, ne kadar sosyal olgunlukların parlak bir örneği olmuş olur. İşte kudsî dinimizin bize emrettiği bu gibi vazifeler hakkıyla gözetilecek olsa İslâm muhiti, melekler kadar temiz bir sosyal topluluk halinde bulunmuş olur, bütün insanlık âlemi için uyulması gereken en parlak bir örnek bulunur. Evet.. İstikametden ayrılmayan bir zat, kendi hayatını en güzel bir şekilde tanzim etmiş olur. Mensup olduğu çevrenin hayrına çalışır, hiçbir kimsenin malına, canına, şerefine bir zararı dokunmaz. Her millet, istikâmeti yüceltir. Her insan istikâmeti sever. Ne yazık ki: Herkes istikâmette olmaz, bu husustaki geçici zorluklara tahammül gösteremez. Halbuki, istikâmet yüzünden bir sıkıntı, bir ceza görülse de bu geçicidir, bunun sonu selâmetdir, saadetdir, ebedî hayatı kazanmaya bir vesiledir. Sait Paşa Merhumun şu kıt'ası ne kadar güzeldir.
Halkı tahrib eyleyip de kendin âbât eyleme"
Bu cihanda ev yapıp ukbayı berbat eyleme"
Nefsin için zâlimi bî rahme imdat eyleme"
Alemi tenfîr eden ahvali mutâd eyleme"
Müstakim ol Hz.  Allah utandırmaz seni"

Yorumlar